×

FAL



FAL

Dr. Vural Yiğit 
 


Arabanın radyosunda eski bir şarkı çalıyordu. Sesini biraz daha açtım.

“Şarkılardan fal tuttum, ikimize kaç kere,
Sana bahar, gül, bülbül, bana hep hasret düştü.”

Son zamanlarda, Astrolojiye ve yıldız falına merak sarmıştım. Nasıl oldu bu derseniz? Daha küçüklüğümden beri vardı. Görüyordum ki insanlar fal bakmaya ve baktırmaya çok düşkün. Her fırsatta kahve falı olsun, kurşun döktürme olsun, rüya tabiri filan hep gelecek derdindeler, şimdiyi düşünen pek yok. Mahallemizde bir Mualla teyze vardı, fal bakardı, daha doğrusu herkes ona fal baktırırdı. 

Sokağın yaramaz çocukları ona;
“Mualla, Oh! Ne ala, ne ala,” diye tempo tutardı.

Mahalle sakini kadınlar, özellikle de genç kızlar onu evlerine davet eder, cezveyi hemen küle sürüp kahve falı baktırırlardı. Mualla teyze önce sade kahvesini içer, sonra ikramları bekler, işi ağırdan alırdı. Fal baktırmaya meraklı genç taze, kahvesini içip, fincanın üzerine tabağını kapattıktan sonra alttan ve üstten tutarak fincanı ters çevirir, telveyi çalkalayıp sehpa üstüne koyardı. Kısa bir bekleme ardından fincanın dibini tutarak;

“Soğumuş, soğumuş,” diyerek beklentiye geçerdi sabırsızca.

Mualla teyze, kapalı fincanı yavaşça açar, evirip çevirip bakar da bakar;
“Ahhh, kızım, ah ki ah, kem gözlere değmişsin, nazarlara gelmişsin.” “Gözü kör olsun, göz koyanların.” 
Sonra derinlere dalıp, başını sallayarak; 
 “Senin bir sevdiğin var, o da seni sever. Ancak anası, gözü çıkası aranızı bozmak ister.”  
“Bak burada kocaman bir göz var.” 

Hep birlikte eğilip fincandaki göze baktılar. Mualla teyze devam ederek;

“7 gün mü desem, 7 ay mı desem, oğlan askere gidecek, gitmeden seni istetecek.” fincanı biraz çevirip, 
“Size bir yerden para gelecek, sonra çeyiz düzülecek, düğün dernek olacak,” deyip fincanı açık olarak bıraktı. Sonra tabağı eline alıp, telveyi süzerek; 

“Yüreğin kabarmış, ama feraha çıkacaksın,” deyip falı tamamladı.  “Şimdi, haydın bana müsaade, daha bakacak falım var,” diyerek kapının yolunu tuttu. Bu sırada genç taze, avucunda tuttuğu beşliği, Mualla’nın eline tutuşturdu, o da çaktırmadan elbisesinin göğsünden içeri attı. Diğerleri;

“Haydi kız, gözün aydın, dediği çıkar bu kocakarının.”
“Senin işi oldu say.”


Bizim mahallede ayrıca, kurşun dökme işi de yaygındı. Bu konuda uzman olan kişi de ebe Güzide idi. Özellikle de sık hastalanan çocuklara uygulanan bir yöntemdi kurşun dökme. Ebe Güzide, bir bez içinde sakladığı kurşun parçaları ile çağrıldığı eve gelir, hazırlığa başlardı. Ben bu işin yapılışını gözlemeğe bayılırdım. Tabii bir gün benim de başıma geleceğinden habersiz.

“Nesi var bu çocuğun?”
“Nuzül, inme gelmiş yavruya”
“Önce sebebini anlayalım, bakalım neymiş?”
 


Sonra çocuğu yere oturtup üstüne bir çarşaf gerdiler. Ebe kurşun parçasını, getirdiği bir kepçede ateş üzerinde eritti, daha sonra “Cosss” diye,  tastaki suya döktü. Bir yandan seslice dualar okuyarak, ortaya çıkan şekil ve alametleri yorumlamağa başladı. Bu arada gölge oluşturmak için tası, mum ışığında tutmaktaydı. Neler dediğini pek hatırlamıyorum, ancak aynı olay birkaç ay sonra bana da uygulandı. Daha sonraki yıllarda, Anadolu'da bu kurşun dökme geleneğinin 2500 yıl önceye kadar uzandığını,  Bosna, Almaya ve Finlandiya gibi birçok Avrupa Ülkesinde de uygulandığını hayretle görmüştüm.

İşte ben de bu falcılık mesleğini çok beğenip, falcı olmaya karar verdim. Fal bakma, bazı alet ve araçlarla ya da yöntemlerle, içinde bulunulan zamanla veya gelecekle ilgili yorumlar yapma ve tahminlerde bulunma işidir. Fal bakan kişiye de falcı denir. Yüz falı, tarot, iskambil falı, bakla falı, el falı, kahve falı gibi birçok fal çeşidi bulunur. Önceleri mahalledeki kızların el falına bakıyordum. Kızlar da  bu işe çok meraklıydılar hani. Normal şartlarda elini tutmaya kalksan kıyamet kopar, ama fala gelince?

El falı olarak da bilinen avuç içi okumanın kökeni, Hint astrolojisine ve Roma falcılığına dayanır. Burada amaç, avuç içlerini okuyarak kişinin karakterini ya da geleceğini değerlendirmektir. El falı, avuç içinde bakılır. İlk dikkat edeceğiniz, yüzük ve işaret parmağı arasındaki uzunluktur. Eğer yüzük parmağı daha uzunsa kişi, manevi değerlere önem veriyor demektir. İşaret parmak daha uzunsa bu kişinin maddi değerlere daha fazla önem verdiğini gösterir.
 


Avuç içindeki çizgiler de hayatla ilgili ipuçları sunar. Başparmağın altından başlayarak sola doğru kavisli olan ve avucun dışında biten çizgi, hayat çizgisidir. Bu çizgi yaşamın sağlık derecesini ifade eder. Yaaa.. Gördünüz mü?
Hayat çizgisinin üzerinden başlayarak avucunuzun ortasına doğru uzanan çizgiye ise akıl çizgisi denir. Biliyor muydunuz? Bu çizgi sahip olunan ya da olunacak başarılar hakkında fikir verir. Ayrıca derinliği ve uzunluğuna göre yaratıcılığı da ölçebilirsiniz. Daha bitmedi;

Avucun sağ dış kısmından başlayarak, orta parmağın altına doğru uzanan ve en üstte yer alan kalp çizgisidir. Bu çizginin yapısı, sosyal yaşantınızdaki sevgi ve aşklarınızı temsil eder. İşte böyle bakılır el falına. Daha birçok ayrıntısı var, ancak kötü yorumlamaktan kaçınacaksınız. Sonuçta bu bir fal ve bilimsel bir gerçekliği yok ki. Artık bu işe merak sardım ya, demeyin gitsin. Bereketli de bir iş. Bir de kehanet denen olay var. Bunda rüyaların yorumu, transa dayalı hikmetli sözlerden anlam çıkarma, istihare, bazı varlıklardan bilgi alma ve fallardan oluşuyor. Ayrıca astrolojik yani yıldız gözlemleri ve yorumları oldukça yaygın uygulamalar. Derken fal ve falcılık tarihini de araştırmaya başladım, neler varmış meğer.

Antik çağda, Mısırda, Babil’de, Çin’de astroloji ve el falına bakıldığını gösteren çeşitli belgeler var. Buralarda falcılık, hem dinin, hem de hekimliğin tamamlayıcı bir bölümü olarak rahipler tarafından yürütülüyormuş.

Kâhinlik uygulamaları içinde en bilinenleri, antik Yunan, Roma ve Etrüskler’den kalmış uygulamalar. Bu dönemlerde kâhinlik çalışmaları özellikle, Apollon Tapınaklarının bulunduğu, “Orakl-kehanet” merkezlerinde yoğunluk kazanmış. Anadolu’nun pek çok yerinde kehanet merkezleri bulunuyor. Örneğin; Didyma Apollon Tapınağı, Hierapolis-Pamukkale, Klaros-İzmir, Myra-Demre gibi. Hatta doğup büyüdüğüm, şimdiki İzmir’in kuruluş öyküsünün bir kehanete dayandığını öğrenince de çok şaşırdım. 
 

MÖ 333 yılında İzmir’e gelen Büyük İskender, söylenceye göre; Pagos (Kadifekale) Dağı eteklerinde uyuyakalmış ve rüyasında iki su perisi bir şehir kurmasını öğütlemiş. Gördüğü rüyanın ne anlama geldiğini öğrenmek için, Klaros Kehanet Merkezi’ne başvuran İskender’e kâhinler; “Kutsal Melez Çayı kenarındaki Pagos Tepesi (Kadifekale) eteklerinde yerleşecek Smyrna halkı, eskisinden çok daha mutlu olacaklardır.” yorumunda bulunmuşlar, o da yeni kenti Kadifekale sırtlarında kurmuş.

Türk-İslam kültüründe, Şaman veya sufilik terbiyesiyle büyümüş eski kâhinler, kendilerine danışmak üzere gelenlere bildikleri bir şey varsa konuşur, bilmedikleri veya sakıncalı gördükleri konularda asla konuşmazlardı. Ayrıca verdikleri bilgi için en ufak bir maddi veya manevi karşılığı kesinlikle kabul etmezlermiş.

O yıl üniversite sınavına girecektim. Amacım, herkes gibi yüksek bir puan tutturarak, Boğaziçi sırtlarındaki Üniversitenin iyi bir bölümünü kazanmaktı. Sınav başlamasını beklerken yanımıza Romen vatandaşı bir hanım geldi. Elinde bez bir torba vardı. İçindekileri şıkır şıkır sallayarak;

“Niyet açarım, fal bakarım,” diye yaklaştı. 

“Falınıza bakayım abiler, ablalar,”
“Ne falına bakacaksın?”
“Bakarım bakla falına, tarot da açarım.”
“Baklanın da falı mı olur? Hiç duymadım.”
“Bakayım da göresin, hem öğrenesin nasıl olur.”
“ Haydi, bak bakalım, bize eğlence lazım.”
“Önce bastırasın onluğu, göresin nereyi kazandığını.”

Falcı kadın onluğu alıp göğsüne soktuktan sonra, torbadan çıkardığı bakla tanelerini ve diğer küçük şeyleri iki avucuna aldı ve yere atarak saçılmalarını sağladı, her biri bir konum aldı.
 

“Baklalara ve taşlara dokun bakalım, ardından da niyetini tutasın.” 
Dediğini yaptım.
“Bak bu beyaz taş sensin.” 
“Eeee, sonra?”
“Beyaz taşın yakınındakiler iyi taşlarsa, muradın çabucak gerçekleşecek.” 
“Kötü taşlarsa ne olacak?
“Yakınında sarı taş varsa, hastalık yüzünden bir üzüntü yaşayacan, kahverengi taş varsa, düşmanlık veya dedikodu yüzünden esefleneceksin.” 

“Var ise niyetin sevgilinle, mavi taşa bakacaksın.” 
“Bak, mavi taş hemen beyaz taşın yanında, sevgilinle yüz yüze gelip konuşacaksınız.”

“Peki, ne zaman?” 
“Yakışıklı beyim, gümüşle avucumu da süyleyeyim sana.”
“O da ne demek şimdi?”
“Atacaksın bir onluk daha.”
“Yok artık deve, hani bir onluktu?”
“Bilmek istemezsin sevgiline ne zaman kavuşacaksın?”
“İsterim elbet. Al şu onluğu, bak bu son.”
“Arada 2 bakla var, birbirinizi 2 vakit sonra görürsünüz,” 
“Bak göresin,  baklalar tek tek ayrılmış, birbirine değen bakla yok, o zaman niyetin gerçekleşecek”
“Hangi niyet?”
“Abe ne sorarsın bana, hangini tuttu isen o niyet,” diye tersledi. Ardından;
“Görmez misin baklalar bir arada, muradınız hemen gerçekleşecek, demek.”

Hakikaten de baklalar ikişerli üçerli bir aradaydı, demek hem sınavı kazanacak hem de sevgilime kavuşacaktım.
Daha sonra diğer bekleyenlerin yanına yaklaştı. Herkes de fala ne meraklıymış meğer, seninki parsayı topladı gitti.
Baktım bu fal bakma bereketli bir iş, getirisi de fazla, sermaye yok, risk yok, okuyup da ne olacak sanki. Ben de falcı olmaya çoktan karar vermiştim ama benimki modern olmalı, zamana uymalı. Derken tarot falı diye bir şey duydum. Çabucak öğrendim, sır ama size de anlatayım, sonra gelin falınıza bakayım.

Tarot falı, özel kartların sembolik anlamlarına dayalı bir kehanet yöntemi. 78 karttan oluşur ve iki ana bölüme ayrılır: Büyük arkana ve küçük arkana. Büyük arkana kartları, hayatın büyük dönüm noktalarını temsil ederken, küçük arkana kartları, günlük hayatta karşılaşılan daha küçük sorunlar ve zorluklarla ilgilidir. Daha ne olsun?
 

Benin baktığım çingene tarotu, kafanıza takılan sorulara, en doğru cevapları vermektedir. Biten ilişkinizi anlamak, içinde bulunduğunuz, sıkıntı yaşadığınız durumun çözüm yolları, işinizde ne kadar, nasıl ilerleyebileceğiniz hakkında birçok sorunuza cevap verir, hem oldukça renklidir.  Desteden 21 tane kart seçilir, her sırada 7’şer tane olacak şekilde 3 sıra alt alta dizilir. İlk sıra geçmişiniz, orta sıra şu anki durumunuz, en alt sıra ise geleceğiniz hakkında bilgi verecektir.

Neyse bu kadar bilgi yeter, gerisi meslek sırrına girer.

“Yıldızlara baktırdım fallarda çıkmıyorsun
Seni görmem imkansız, imkansız, rüyalarım olmasa.”
Bu şarkıyı biliyorsunuz değil mi? Duymuşluğunuz vardır kuşkusuz.

 

 

Peki, yıldız falına nasıl bakılıyor? Yıldız Falı ya da diğer adıyla yıldızname, bir bireyin doğum evresinden ölüm zamanına kadar geçen zaman diliminde, kişinin yaşayacağı muhtemel olayları gösteren astrolojinin alt dallarından biridir. 

Bu falda amaç; dertli olanlara deva, hasta olanlara şifa getiren gerekli tedavilerin uygulanmasıdır. Bu yüzden kötü niyetli uygulamalar (büyü, sihir vb.) içermez. 

Yıldızname falına bakabilmek için öncelikle bakılacak kişi hakkında bazı bilgilere sahip olmak gerekir. Kişinin, doğum tarihi ve doğum saatinin bilinmesi oldukça önemlidir. Bu bilgilerin ardından, fal bakılan kişiye, "Ebced" denilen bir hesap yapılır.
 

Ebced hesabında kişi adı ve anne adı Arapça biçiminde yazılır ve isimlerdeki harfler sayı değerlerine çevrilir. Hem kişi hem de annesi için çevrilen değerler ayrı ayrı hesaplanır ve iki değer toplanır. Elde edilen değer 12'ye bölünür. Bu hesapla birlikte kişi yıldızname burcunu da öğrenmiş olur.

Bunlarla uğraşmaktansa, astrolojiye başladım. Astroloji, gök cisimlerinin ve astronomik fenomenlerin, insan karakteri ve kaderi üzerine etkilerini konu alan, bilimsel gerçekliğe sahip olmayan sözde bilimdir.  Kim demiş bilimsel değil diye, adı üstünde Gök cisimlerinin hareketlerini gözlemlemek sanatı yani astronomi gibi bir şey. Elbette bir kehanet aracı olarak kullanılacak. Bu nedenle de günümüzde çok popüler. Dünya çapında milyonlarca insan, astrolojinin insan karakteri ve kaderi hakkında bilgi sağlayacağına inanıyor. Bunların hepsi de mi aptal.
 

Birçok dergi ve gazetelerde, aynı burçta doğan herkes için ortak kehanetlerde bulunan yıldız falları yayımlanıyor ve doğru çıkıyor!

Eski Mezopotamyalılar ve Yunanlılar, mitolojiyi geometri bilimiyle birleştirip zodyak denen kişisel bir astroloji geliştirdiler. Güneş'in bir yıl boyunca gökyüzünde izlediği eliptik yörüngesinin her iki yanında Koç, Boğa, Yengeç gibi her biri bir hayvan tarafından simgelenen ve yılı on iki parçaya bölen bir düzenek kurulmuş.  Bu da mı bilimsel değil!

Osmanlı Devletinde Müneccimbaşılık diye bir kurum var. Günümüzde büyük devletlerin başkanları bile bu müneccimlere danışıyor. İşte bütün bunları öğrendikten sonra telefonda yıldız falına bakmağa başladım. Ünüm öyle hızla yayıldı ki ben de şaştım kaldım. Herkes telefonumu birbirine veriyordu. Gece, gündüz telefonum susmaz oldu. Baktım geceleri arayan daha çok, tarifeyi iki katına çıkardım. İşte buna ticari zeka derler. İyi ki teknoloji var, fal ücreti telefon bankacılığı ile hesabıma yatıyor. Baktım yetişemiyorum, bir sekreter tuttum, randevuları o ayarlıyor. İnternette, Youtube'da ya da farklı platformlarda yıldız falına bakıyorum. Bu arada, kişisel bilgileri paylaşmama konusunda da hassas davranıyorum.

Çok geçmeden kurumsallaşmak için bir de şirket kurdum. Adını “Oracle, Bilicilik Ve Fal Merkezi Inc.” olarak tescil ettirdim. Ve böylece işi büyüttüm. Şehrin merkezinde bir yerde büyükçe bir daire tuttum, kadroyu genişlettim. Bu da yetmedi sağa sola, başka illere franchaise vermeye başladım. 

Oracle, antik çağda Anadolu ve Yunanistan topraklarında yaşamış medyumatik yetenekleri bulunan kâhineler ve bunların sezgi yoluyla bildirdikleri ilâhî yanıta verilen ad olarak tanımlanır. Oracle merkezleri genellikle, trans ve kehanet gibi psişik etkinliklerin ve kimi eğitimlerin söz konusu olduğu Apollon Tapınaklarında yapılırdı. Anadolu’daki en ünlü oracle merkezi, Didim’de (Didyma) bulunan ünlü Apollon Tapınağı bir de İzmir yakınlarındaki Klaros idi. Hem de Egenin en güzel kıyılarında. Bunlardan neden yaralanmayız ki.  Bir de iletişim bilimlerinde, “Oracle” adı verilen “İlişkisel Veritabanı Sistemi”, yani bilgisayar programı var. İşte bu programı kullanarak geniş bir ilişkisel veri tabanı oluşturdum. Artık pek çok kişi hakkında bu bilgileri kullanıyorum. İnsanlar şaşıp şaşıp kalıyorlar.

İşe biraz da mistik bir hava vermek için antik çağda olduğu gibi, Klaros yakınlarında büyük bir yer kiraladım. Çok sayıda ziyaretçinin başvurduğu bu merkezde “Pythia” adlı rahibeler ayarladım. Özel yetiştirilmiş bu genç kızlar, üçayaklı bir sandalye üzerinde oturuyor, başvuranlara anlaşılması güç sözler söylüyorlardı, tıpkı o günlerde olduğu gibi. Klaros’ta yalnızca kâhinin girebileceği karanlıkta bir salonun içerisinde, kutsal kabul edilen bir kuyudaki suyu içen kâhin, Tanrı’ya sorularını yöneltir ve sorularına vahiy yoluyla cevap alırdı. Bu suyun kehaneti sebebiyle Klaros’un ünü genişçe bir alana yayılmıştı. Klaros'taki merkezde yılda bir kez de bir festival düzenlemeye başladık. Katılım büyüktü.   Konservatuvar bale öğrencisi, 7 genç kız ve 7 erkeğin dolunay zamanı, ay göğe yükseldikten sonra meşale ışığında ellerindeki defne yapraklarını sallayarak sunağın ve tapınağın önünde dans gösterisi yapıyorlardı. 

İşler böyle giderken, ünümüz yurt sathına yayılmışken ve para su gibi akarken, birden savcılık kanalıyla bir suç duyurusu geldi. 

“677 sayılı 30/11/1925 tarihli, Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine Ve Türbedarlıklar İle Bir Takım Unvanların Men Ve İlgasına Dair Kanun”  (Kanun için lütfen tıklayınız.) ile tekke ve zaviyeler kapatılmıştır. Söz konusu kanun ile bunların yanı sıra şehlik, vişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve gayıptan haber vermek ve murada kavuşturmak gibi eylemler de yasaklanmıştır. Söz konusu yasaklı işleri gerçekleştiren kimseler hakkında ise kanunda açıkça üç aydan eksik olmamak üzere hapis cezası öngörülme ve bunun yanı sıra para cezasına hükmedileceği düzenlenmiştir.

Buyurun bir de buradan yakın, sanki Türkiye’nin her yerinde; şeyhlik, müritlik, üfürükçülük, tarikat vesaire yokmuş gibi. Şimdi mahkeme devam ediyor, bakalım ne olacak?

Vural Yiğit
24.03.2024
Paylaş:
E-BÜLTEN KAYIT
Güncel makalelerimizden haberdar olmak için e-bültene kayıt olun!
Sosyal Medyada Bizi Takip Edin!
E-Bülten Kayıt